(Fususul Hikem'den alıntı)
Bu mertebe
salt zâtın cemâlîndeki garkolunmuşluğundan haberli olma mertebesine
tenezzülünden ibârettir. Bu tenezzül vücûdun zati gereğidir. Onun bu haberli
oluş mertebesine “ulûhiyyet mertebesi” denir. Vücût bu mertebede
kendisindeki sıfâtları ve isimleri kapsam oluşu yoluyla öz olarak bilir. Ve
sıfâtlar bu mertebede kendisinin aynı olduğundan bu biliş, kendi zâtına olan
bilişten ibârettir. Bundan dolayı vücût bu mertebede bütün isimler ve sıfatlar
ile isimlenmiş ve sıfatlanmış ve vasıflar ile vasıflanmış olduğundan “ALLAH”
câmi’ isminin mertebesidir ve bu isim ile isimlenmiştir. Bu mertebe, taayyün
etmemiş zatın, taayyün sûretiyle açığa çıktığı ilk tenezzül mertebesidir. Buna
“ilk taayyün” ve “mutlak ilim” de derler. Çünkü bu mertebede zâtın şuûru ve
vicdânı bilinen ve gayrîyyet kaydı olmaksızın mutlaktır. Buna “hakiki vahdet”
mertebesi de derler. Çünkü bu “ilk taayyün” nefsinin ismidir ki,
“vâhidden ancak vâhid çıkar” demektir. Bu mertebede sayma ve adetler ve çokluk
ve fertler yoktur. Olmak ve olmamak arasında iki tarafta eşittir.