DERDİM BANA DERMAN İMİŞ
Bir dertli kul idim derman arayan... Kalbime bir süvari gibi indim.
Bütün ellerimle Hakk'ın kapısını çaldım. Bela eliyle çalmadıkça kapı açılmadı.
Bütün dillerle izin istedim, hüzün diliyle istemedikçe izin verilmedi.
Bütün ayaklarla O'na giden yolda yürüdüm, yokluk ayağıyla yürümedikçe dergahına varamadım.
Denildi ki, Ey Beyazid! Nefsinde boş ol!.. Hiç ol da gel!.. Yıllarca gayret ettim...
Bir gün sükut edince baktım ve gördüm ki derdim, dermanım imiş.
Şimdi sen başlangıç istiyorsan; kalp süvarisi, beden piyadesi ol da yola çık...
Bütün ayaklarla O'na giden yolda yürüdüm, yokluk ayağıyla yürümedikçe dergahına varamadım.
Denildi ki, Ey Beyazid! Nefsinde boş ol!.. Hiç ol da gel!.. Yıllarca gayret ettim...
Bir gün sükut edince baktım ve gördüm ki derdim, dermanım imiş.
Şimdi sen başlangıç istiyorsan; kalp süvarisi, beden piyadesi ol da yola çık...
~ Beyazid-i Bestami Hazretleri (ks) ~
Aşağıda bazı büyük zatların tasavvuf hakkındaki tarifleri verilmiştir.
Cüneydi Bağdadi:
“Tasavvuf, Allah’tan başka her şeyden ilgini çekmen ve yalnız Allah ile olmandır.”
“Tasavvuf, sulhü olmayan bir savaştır.”
“Tasavvuf, toplanarak Allah’ı zikretmek, duyarak vecde gelmek ve uyarak amel etmektir.”
Ebu’l Hüseyin Nuri:
“Tasavvuf, nefsin bütün zevklerini terketmektir.”
Zünnun El Muhibb:
“Tasavvuf, senin her şeye malik olduğun halde, hiçbir şeyin sana malik olmamasıdır.”
Maruf Kerhi:
“Tasavvuf, hakikatlere sarılmak ve halkın elindeki şeylerden ümidini kesmektir.”
Şibli:
“Tasavvuf, vücut organlarını kontrol altında tutmak; ruhtan gelen uyarım ve sezgilere önem vermektir.”
Ebu Said İbnü’l Arabi:
“Tasavvuf, fuzuli işleri terketmektir.”
İbrahim Bin Muhammed Nasrabazi:
“Tasavvuf, Kitap ve Sünnet’e tam bağlanmak, bid’at ve zevkleri terketmek, güzel ahlakla bezenmek, dostlarla hoş sohbet edip kendilerine hizmette bulunmaktır.”
İmam-ı Rabbani:
“Tasavvuf, şeriatın yardımcısı olup, şeriatın üçüncü merhalesi olan ihlası elde etmeye yarar.”
İmam-ı Gazali:
“Tasavvuf, kalbi yalnız Allah’a bağlayıp masivadan ilgiyi kesmektir.”
Abdülbari en-Nedvi:
“Tasavvuf, ruhu, bedeni süfliliklerden temizleyerek süslemeyi ve batıni sıfatlarında Cenab-ı Peygamber’e uymayı öğreten bir ilimdir.”
Abdülhakim Arvasi:
“Tasavvuf, şeriatın batınıdır.”
Bir gececik de Allah için olsaydın
Ferîdüddîni Attar kuddise sirruhu, bir sohbet esnasında, amel yaparken riyanın, korkunç bir afet olduğunu, Allahu Teala’nın rızasına uygun olmayan işlerin, amellerin beyhude olduğunu söyledikten sonra, şöyle bir menkıbe anlattı: “Salihlerden biri bir mescide sabaha kadar ibadet etmek için girmişti. Geceleyin bir ses duydu. Sanki mescitte biri vardı. O zat, kemal sahibi birisinin geldiğini zannetti ve aklından; ‘Böyle yere büyük zatlar, ancak Allahu Teâlâ’ya ibadet etmek üzere gelir. Bu zat beni görür, halime nazar kılar’ diye düşündükten sonra, bütün geceyi seher vaktine kadar ibadetle geçirdi. Duada bulundu. Kendini nasıl göstermek istiyorsa öyle yaptı.
“Seher vakti etraf ağarınca, geriye dönüp baktığında bir köpeğin yattığını gördü. Kalbi utanç ateşi ile yandı ve kendi kendine; ‘Ey edepsiz herif! Allahu Teâlâ seni şu köpekle terbiye etti. Bütün gece köpek görsün diye ve köpek için ibadette bulundun. Ne olurdu bir gececik de Allahu Teâlâ için uyanık kalsaydın. Ey nefsim! Senin bir gece bile Allahu Teâlâ için riyasızca ibadet ettiğini görmedim. Sen, Allahu Teâlâ’dan utanmaz mısın? Kendi kadrini mevki ve dereceni şimdi gördün! Âlemde elinden bir iş gelmez. Gelse bile ancak köpeklere layık olur’ dedi.
~
Aşağıda bazı büyük zatların tasavvuf hakkındaki tarifleri verilmiştir.
Cüneydi Bağdadi:
“Tasavvuf, Allah’tan başka her şeyden ilgini çekmen ve yalnız Allah ile olmandır.”
“Tasavvuf, sulhü olmayan bir savaştır.”
“Tasavvuf, toplanarak Allah’ı zikretmek, duyarak vecde gelmek ve uyarak amel etmektir.”
Ebu’l Hüseyin Nuri:
“Tasavvuf, nefsin bütün zevklerini terketmektir.”
Zünnun El Muhibb:
“Tasavvuf, senin her şeye malik olduğun halde, hiçbir şeyin sana malik olmamasıdır.”
Maruf Kerhi:
“Tasavvuf, hakikatlere sarılmak ve halkın elindeki şeylerden ümidini kesmektir.”
Şibli:
“Tasavvuf, vücut organlarını kontrol altında tutmak; ruhtan gelen uyarım ve sezgilere önem vermektir.”
Ebu Said İbnü’l Arabi:
“Tasavvuf, fuzuli işleri terketmektir.”
İbrahim Bin Muhammed Nasrabazi:
“Tasavvuf, Kitap ve Sünnet’e tam bağlanmak, bid’at ve zevkleri terketmek, güzel ahlakla bezenmek, dostlarla hoş sohbet edip kendilerine hizmette bulunmaktır.”
İmam-ı Rabbani:
“Tasavvuf, şeriatın yardımcısı olup, şeriatın üçüncü merhalesi olan ihlası elde etmeye yarar.”
İmam-ı Gazali:
“Tasavvuf, kalbi yalnız Allah’a bağlayıp masivadan ilgiyi kesmektir.”
Abdülbari en-Nedvi:
“Tasavvuf, ruhu, bedeni süfliliklerden temizleyerek süslemeyi ve batıni sıfatlarında Cenab-ı Peygamber’e uymayı öğreten bir ilimdir.”
Abdülhakim Arvasi:
“Tasavvuf, şeriatın batınıdır.”
~
Bir gececik de Allah için olsaydın
Ferîdüddîni Attar kuddise sirruhu, bir sohbet esnasında, amel yaparken riyanın, korkunç bir afet olduğunu, Allahu Teala’nın rızasına uygun olmayan işlerin, amellerin beyhude olduğunu söyledikten sonra, şöyle bir menkıbe anlattı: “Salihlerden biri bir mescide sabaha kadar ibadet etmek için girmişti. Geceleyin bir ses duydu. Sanki mescitte biri vardı. O zat, kemal sahibi birisinin geldiğini zannetti ve aklından; ‘Böyle yere büyük zatlar, ancak Allahu Teâlâ’ya ibadet etmek üzere gelir. Bu zat beni görür, halime nazar kılar’ diye düşündükten sonra, bütün geceyi seher vaktine kadar ibadetle geçirdi. Duada bulundu. Kendini nasıl göstermek istiyorsa öyle yaptı.
“Seher vakti etraf ağarınca, geriye dönüp baktığında bir köpeğin yattığını gördü. Kalbi utanç ateşi ile yandı ve kendi kendine; ‘Ey edepsiz herif! Allahu Teâlâ seni şu köpekle terbiye etti. Bütün gece köpek görsün diye ve köpek için ibadette bulundun. Ne olurdu bir gececik de Allahu Teâlâ için uyanık kalsaydın. Ey nefsim! Senin bir gece bile Allahu Teâlâ için riyasızca ibadet ettiğini görmedim. Sen, Allahu Teâlâ’dan utanmaz mısın? Kendi kadrini mevki ve dereceni şimdi gördün! Âlemde elinden bir iş gelmez. Gelse bile ancak köpeklere layık olur’ dedi.
~
Allah
Seninleyken, Sen Kiminleydin?
Bir gün Şeyh Ebu Hasan (r.aleyh), camide vaaz veriyordu.
Bir gün Şeyh Ebu Hasan (r.aleyh), camide vaaz veriyordu.
Evliyaullahtan
Şibl-i Numani de caminin önünden geçerken onun vaaz ettiğini gördü.
O diyordu ki: "Kıyamet günü Allah-u Zülcelal insana şöyle soracaktır:
O diyordu ki: "Kıyamet günü Allah-u Zülcelal insana şöyle soracaktır:
"Sana
ömür verdim, bu ömrü nerede sarf ettin?
Bu
gençliği, kuvveti sana verdim, nerede sarf ettin?
Günah
işleyerek mi, sevap isleyerek mi yoksa boş gezerek mi geçirdin?
Sana
mal verdim, bu malı nereden kazanıp nereye harcadın,
ölümü
duydun buna ne hazırlık yaptın?"
Şeyh Ebu Hasan'ın bu şekilde vaaz verdiğini duyan Şibli, ona şöyle dedi:
Şeyh Ebu Hasan'ın bu şekilde vaaz verdiğini duyan Şibli, ona şöyle dedi:
"Ya
Hasan! Allah'ın kullarını o kadar korkutma!"
O:
"Peki ne diyeyim ya Şibli?" deyince, dedi ki:
"Sen
onlara Allah seninle beraberken, sen kiminle beraberdin diye sor!"
~
Nasihat
Oğlu fazla bal yiyen bir aile varmış. Yüzüne baktıkları ve üzerine
titredikleri yavrunun bala düşkünlüğü, hastalık derecesinde imiş. Biricik
oğullarının bu yüzden bir zarara uğramasından endişelenen ebeveyni, zamanın
tabiblerinden bir fayda bulamayınca o devrin alim ve mutasavvıfı Abdülkadir
Geylani hazretlerine götürmeye karar verirler. Devesine binen baba, çocuğunu
yanına alarak Bağdat'ın yolunu tutar. Beş on saat yorucu bir yolculuktan sonra
Bağdat'a varır. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna çıkarak meseleyi
anlatır.
O büyük hazret:
- Çocuğu bana kırk gün
sonra getir, dedi.
Adam bundaki hikmeti anlamayı, kırk gün sonraya bırakarak çocuğunu
aldı ve aynı yoldan, gelişte katlandığı çilelerle, köyüne döndü. Kırk gün
sonra Bağdat'a Gavs-i Azamın beldesine ulaştı. Abdü'l-Kadir Geylani Hazretleri
çocuğu karşısına alarak;
- "Evladım, sakın bir
daha fazla miktarda bal yeme! dedi Sonra çocuğun babasına dönerek:
- "Al çocuğunu, götür köyüne" dedi. Şaşkın şaşkın bakan
çocuğun babası;
- İş bu kadar kolay idiyse,
neden ilk geldiğimiz zaman yapıvermediniz?
Abdülkadir Hazretlerinin
cevabına dikkat ediniz:
- O gün ben, kendim de bal yemiştim. Çocuğa "Bal yeme!"
desem, 'sözümün tesiri olmazdı. Vücudumda onun tesiri oldukça yapacağım
nasihatin bir faydası olmayacağından, senin kırk gün sonra gelmeni söylemiştim,
dedi.
~
Gıybet*
Her nevi kusurdan münezzeh olan Allah: «Bazınız diğer dazınızı gıybet etmesin,
içinizden biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi ..» (Hucurat, 49/12)
buyurmuştur (49).
Resûlüllah (s.a.) ile oturan bir adam kalkıp gitti. Orada bulunanlar: Bu adamı acizlendiren ve buradan kaldıran şey ne idi demeye başladılar. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.): «Kardeşinizi yediniz ve onu gıybet ettiniz», buyurdu (50).
Resûlüllah (s.a.) ile oturan bir adam kalkıp gitti. Orada bulunanlar: Bu adamı acizlendiren ve buradan kaldıran şey ne idi demeye başladılar. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.): «Kardeşinizi yediniz ve onu gıybet ettiniz», buyurdu (50).
Hakk Sübhanehu ve Taâlâ, Musa (a.s.) ya şunu vahyetti: «En
son Cennete gidecek olan gıybet yapmamaya tevbe edendir, ilk Cehenneme giden
ise gıybette ısrar eden olacaktır».
Avf diyor ki: «İbn Sîrin´in yanına gittim. Hacac´ı gıybet etmek istedim, İbn Şirin dedi ki: Şüphe etme ki, Allah Taâlâ hükmünde adildir. Senin gıybet etmen durumu değiştirmez
Avf diyor ki: «İbn Sîrin´in yanına gittim. Hacac´ı gıybet etmek istedim, İbn Şirin dedi ki: Şüphe etme ki, Allah Taâlâ hükmünde adildir. Senin gıybet etmen durumu değiştirmez
İbrahim bir davete gitmiş orada biri henüz gelmeyen birini
gıybet etmiş, davette bulunanlar, çağrıldığı halde henüz gelmemiş bir adamdan
bahsederek: Zaten o çok ağır canlı bir adamdır, demişlerdi. Bu sözü duyan
İbrahim: «Başıma bu da mı gelecekti İnsanların gıybet edildiği bir yere
gelmenin cezası budur!» dedi ve oradan çıkıp gitti. Üç gün bir şey yemedi.
Derler ki: insanları arkasından kötüleyen kimse mancınık ile
sevaplarını bazan doğuya, bazan batıya atan kimseye benzer. Zira o bazan
Horasanlının, bazan Şamlının, bazan Hicazlının, bazan da Türkistanlının
gıybetini yapmakta, böylece kazandığı sevapları dağıtmakta ve eli boş olarak
yerinden kalkıp gitmektedir.
Derler ki: Kıyamet günü insana amel defteri verilecek, insan
defterinde bir sevap bile bulunmadığını görecek ve: Namazım nerede, orucum
nerede, ibadet ve taatım nerede diyecek. O zaman kendisine şu cevap verilecek:
Halkı gıybet ettiğin için bütün amellerin (halkın amel defterine) geçip gitti.
Bir kere gıybet edilenin, Allah günahlarının yarısını affeder, denilmiştir.
Bir kere gıybet edilenin, Allah günahlarının yarısını affeder, denilmiştir.
Süfyan b. Hüseyn anlatıyor: «Bir kere îyas b. Muaviye´nin
yanında oturuyordum, bir şahsı gıybet etmiştim. Bana: Bu sene Türkistan veya
Rum cihetine gaza için gittin mi diye sordu. Hayır! dedim. Demek Rum ve Türk
şerrinden kurtuldu ama Müslüman kardeşin kurtulamadı, dedi».
Derler ki: İnsana amel defteri verilecek, orada işlemediği amellerin sevabını görecek, kendisine: Bu hiç farkına varmadan seni gıybet edenlerin amel defterlerinden aktarılan sevaplardır, diye hitab edilecek.
Süfyan Sevrî´ye, Resûlüllah (s.a.) in: «Allah eti çok olan aileye buğz eder» (51), hadisi sorulmuş; o da: «Maksat halkı gıybet ederek etlerini yiyenlerdir», diye cevap vermişti.
Derler ki: İnsana amel defteri verilecek, orada işlemediği amellerin sevabını görecek, kendisine: Bu hiç farkına varmadan seni gıybet edenlerin amel defterlerinden aktarılan sevaplardır, diye hitab edilecek.
Süfyan Sevrî´ye, Resûlüllah (s.a.) in: «Allah eti çok olan aileye buğz eder» (51), hadisi sorulmuş; o da: «Maksat halkı gıybet ederek etlerini yiyenlerdir», diye cevap vermişti.
Abdullah b. Mübarek´in yanında gıybetten bahsedilmiş, o da:
-dıybet etmem zaruri olsaydı annemi ve babamı gıybet ederdim. Çünkü sevaplarımı
almaya onlar daha çok hak sahibidirler demiştir.
Hasan Basri birinin kendini gıybet ettiğini duyunca bir tabakta helva gönderdi ve: «Duyduğuma, göre bana sevap hediyye etmişsin, onun için mükâfat olmak üzere sana şu helvayı gönderiyorum», demişti.
Resûlüllah (s.a.): «Haya perdesini yüzünden sıyırıp atanın gıybeti (haram) olmaz» (52), buyurmuşlardır.
Hasan Basri birinin kendini gıybet ettiğini duyunca bir tabakta helva gönderdi ve: «Duyduğuma, göre bana sevap hediyye etmişsin, onun için mükâfat olmak üzere sana şu helvayı gönderiyorum», demişti.
Resûlüllah (s.a.): «Haya perdesini yüzünden sıyırıp atanın gıybeti (haram) olmaz» (52), buyurmuşlardır.
Cüneyd diyor ki: «Şunuziyye mescidinde idim, namazını
kılmayı beklediğim bir cenaze vardı. Bütün Bağdat halkı içtimaî mertebelerine
göre oturmuş cenazeyi bekliyordu. Üzerinde zühd alâmeti bulunan bir fakirin
halktan bir şeyler dilendiğini gördüm. Kendi kendime: Bu zat kendisini şu
durumdan kurtaracak bir işle uğraşsa çok daha güzel olur, dedim. Evime döndüm.
Ağlama ve namaz da dahil olmak üzere geceye ait bir virdim vardı. Bu virdlerimi
icra etmek bana çok ağır gelmişti. Oturarak sabahladım. Gayr-ı ihtiyari
gözlerim kapanmıştı. Bahiskonusu fakiri rüyada gördüm, uzun bir sofranın
üzerine yatırdılar ve bana: Bunu gıybet etmiştin, hadi bakalım şimdi etini ye!
dediler. Ben: Hayır! Onu gıybet etmedim, içimden kendi kendime söylemiştim,
dedim. Bana Böylesi bile hoş görülmeyen zevattansın, git ve helallik dile,
denildi. Sabah olur olmaz adamı aramaya başladım. Nihayet yıkanan sebzelerden
düşen yaprakları sudan toplarken gördüm, selâm verdim, (başıma geleni keşfen
bilen bu zat): Ey Cüneyd! Bir daha bunu tekrarlamayacak mısın dedi. Hayır!
dedim. Bunun üzerine: Allah seni de, bizi de affına nail kılsın, dedi».
Ebu Cafer diyor ki: «Yanımızda Belhli bir genç vardı. Çok
çalışkan ve çok ibadet eden bir kimse idi. Ancak mütemadiyen halkı gıybet eder:
Falan şöyledir, filân böyledir, filânce şöyledir, der dururdu. Bir gün onu
çamaşırcı muhannes (kadın huylu kişi) lerin yanından çıkarken gördüm. Dedim ki:
Ey falan, bu ne hal böyle! Dedi ki: Halkı gıybet belâsı beni bu duruma düşürdü,
Bu muhanneslerden bir oğlana tutuldum. Onun için şimdi ben gördüğün gibi,
bunlara hizmet ediyorum. O manevi hallerin hepsini kaybettim. Dua et de Allah
bana merhamet eylesin».
* Gıybet
bahsini krş: İhya, III, 138.49. Gıybet: Duyacağı zaman üzüleceği bir lâfı insanın arkasından söylemek, adam çekiştirmek, bir kimsenin dedikodusunu yapmak, gıyabında aleyhinde bulunmak, arkasından atmak, kusur ve ayıplarını sayıp dökmek.
50. Irâkî, İhya kenarı, III, 41; Ebu Ya´la; Taber&nî.
51. Aclûnî, I, 248.
52. Beyhakî; Suyûtî, n, 167.
~