10 Aralık 2011 Cumartesi

Benlik: "Ben" Kimim?

 
Benlik: "Ben" Kimim?
Her yıl vücudumdaki atomların % 98’i yenileniyor: Geçen sene olduğum kişinin aynısı olduğumu nasıl iddia edebilirim veya daha da kötüsü, on yıl önceki kişi olduğumu? Kişiliğim/kimliğim nedir (neremdedir)? Vücudumun metabolizmasına olan ilişkisi nedir?
Derek Parfit zamanında şöyle bir düşünsel sorun ortaya koydu: Londra’da bir tarayıcı tarafından parçalanan ve her bir hücre hakkında sonsuz derecede ayrıntılı bilgi alabilen bir çoğaltıcı makine tarafından, New York’ta hafızası da dâhil olmak üzere hücre hücre yeniden yapılandırılan bir insana ne olur? Kişi aynı kişi midir? Yoksa kişi daha Londra’da ölmüş mü olur? Bir insanı insan yapan nedir: Bedensel veya psikolojik devamlılığı mı? Bir insanın tek tek her hücresi eşdeğer hücrelerle değiştirilse kişi hala aynı kişi olur mu? Bir kişinin psikolojik yapısı (hafızası, inanışları, duyguları ve her şeyi) eşdeğer bir psikolojik yapıyla değiştirilse, kişi gene aynı kişi mi olur?
En belirgin çelişki şudur: Büyümekte/gelişmekte olduğumuz halde Gerçeklik nasıl olur da hala aynı kalabilmektedir? Tamamen farklı olan iki beyin aynı nesneyle karşılaştığında aynı resmi mi görür? Beyinler farklıysa o zaman nesne görüldüğü anda oluşan sinirsel uyarı her iki beyinde de farklı olacaktır. İki farklı beyin nasıl aynı imajı üretebilir? Mantıklı sonuç şu olmalıdır; “Hayır, benim gördüğüm ağaç senin gördüğün ağaç değil, sadece aynı şeyi kastettiğimizden, ona baktığımızda tam olarak ne gördüğümüz önem taşımıyor”. Peki o halde nasıl oluyor da dün, bugün ve yarın aynı imajı görüyorum? Beynimiz sürekli değişiyor. Beş yaşımda sahip olduğum beynimle, bugün sahip olduğum beyin arasında muhtemelen hiçbir ortak yön yok. Bütün hücreler, bağlantılar ve beynin fiziksel yapısı dahi değişmiştir. Aynı nesne beynimde, kırk yıl önce çağrıştırdığından bambaşka bir sinirsel düzen/örüntü üretiyor. Bunlar farklı hücrelerden oluşan farklı yönlerde organize edilen iki ayrı beyindir; iki düzen/örüntü bile artık fiziksel olarak farklıdır.
Buna rağmen bana eski oyuncaklarım hala aynı görünüyormuş gibi geliyor. Ama aslında aynı görünmemeliler, çünkü beynim değişti ve beynimde üretilen düzenler/örüntüler de değişti: bugün gördüğüm şekiller beş yaşında gördüklerimden farklı olmalı. Nasıl oluyor da alabildiğine farklı bir beynim olmasına rağmen aynı şeyleri görüyorum?
Ayrıca tecrübe de beyni şekillendirir; Ben sadece organizmamın genetik bütünlüğünden ibaret değilim, aynı zamanda çevremin de kendisiyim. Ve dünyada olanlarla birlikte ben de sürekli olarak değişiyorum. Dünya ne yapıyorsa “Ben O’yum”.
Bütün bunlar zaten kanıtlıyor ki, “Ben” beynimin içinde değilim. Beynin dışında zamanla değişmeyen bir şey var. Beyin basit olarak resimlerin hesaplamalarını yapıyor, ancak resme uygun nihai “duygu” beynin dışında hücre veya bağlantılara ihtiyacı olmayan bir “ruha” gerek duyuyor.
Diğer taraftan, gördüğümüz şeyin gerçekten de gördüğümüzü sandığımız şey olmadığını kavramak kolay değil.
Bir şeyi, bir şey olarak algıladığımızda çok ender olarak daha önce görüp/duyup/dokunup/ duyumsadığımızı aynı şekilde görüp/duyup/dokunup/duyumsuyoruz. Birinin yüzünü tanıyorum ancak bir daha gördüğümde muhtemelen daha önce gördüğüm resmin aynısı olmuyor; sakalı uzamış olabilir, bir sivilce çıkmış olabilir, saç kesilmiş olabilir, ten rengi koyulaşmış olabilir veya basitçe yüz başka bir açıda duruyor olabilir (yukarıya bakarak, aşağıya bakarak, hafif başı dönük duruyor olabilir).
Bir şarkıyı tanıyorum, ancak gerçek şu ki şarkı tekrar asla aynı gelmiyor; daha sesli, daha yumuşak, farklı hoparlör, statik, oda da farklı bir eko, kulaklarımın hoparlörlere yönelik farklı bir açıda duruşu.
Bugün havanın “soğuk” olduğunu algılıyorum ancak ısıyı onuncu ondalık rakamına kadar ölçtüğümüzde daha önce aynı soğuğu hissettiğimde ölçtüğüm rakamı elde etme ihtimalimiz çok düşük. “Fark” ettiğimiz şey muhtemelen fiziksel bir nicelik değil; bir resim, bir ses, bir ısı asla kendini tekrar etmez. O halde bir yüzü, bir şarkıyı veya ısıyı algıladığımızda algılanan şey nedir? Kabaca söylemek gerekirse, bu bir kavramdır.
Duyusal tecrübelerimizden kavramlar oluştururuz, bu kavramları gelecekte kullanmak üzere depolarız ve bu depolanmış kavramları her yeni gelen kavramla eşleştiririz. Bu eşleştirmeyi yaparken benzerlik ve eşitlik arıyoruz. Eğer iki kavram birbirine yeterince benziyorsa eş olduklarını, aynı olduklarını varsayıyoruz. Yeterince benzer değil ama ortalamadan daha çok benzerlik taşıyorlarsa o zaman onun daha genel bir süper-kavrama ait olduğunu kabul ediyoruz (ikisi de yüz, ancak aynı yüz değil; ikisi de şarkı, ancak aynı şarkı değil; vs.) Bir hiyerarşi içerisinde organize edilmiş çok sayıda genelleştirme seviyesi olan geniş kavramlar dizisine sahibiz (“yüzün” den “senin ve kardeşlerinin yüzleri”, “bu türün yüzü”, “genel yüzler”den “vücut uzuvları”na…). Duyusal bir tecrübe bir biçimde bir kavrama dönüştürülüyor ve o kavram mevcut kavramlarla eşleştiriliyor ve kavramlar hiyerarşisi içersindeki seviyelerin birine yerleştiriliyor. O seviyedeki hiyerarşinin kavramlarından birine yeterince aynı ise aynı konsept olarak algılanıyor. Bu spesifik mekanizma her nasılsa, muhtemelen algıladığımız şey fiziksel bir nicelikte değil de (renklerin, ses dalgaların veya ısı dağılımı), ancak bir biçimde oluşturup daha önce inşa edilmiş kavramlarla kıyasladığımız bir kavram.
Kişilik de muhtemelen bir kavramdır. Yıllarca kendimle ilgili de bir kavram oluşturdum. Fiziksel maddem sürekli değişiyor, ancak “kendim” kavramıyla eşleştiği sürece onu hala “kendim” olarak algılıyorum.
Ölümsüz müyüz?
Nihai olarak herkesin kimlik tanımına göre değişir. Bir nesnenin birebir kopyasını ürettiğimde, “aynı” nesne mi olmuş oluyor? Cansız madde ile ilgili olarak bir kopyanın sadece bir “kopya” olduğunu söyleme cazibesi çok fazladır. Fakat işin içine beyin girince olaylar daha vahimleşiyor. Beyninizin, aynı mental işlerini yerine getiren, birebir kopyasını üretseniz, bu kopya “siz” mi olurdunuz? Kimlik aynen bulunduğu yerdeki atomlara mı ihtiyaç duyar veya benzer atomlara ve benzerlikte ilişkilere mi ihtiyacı vardır?
Bu muhtemelen sadece sınırlı sayıda beyinler için olasıdır, çünkü beyinler kendi kendilerini organize eden sistemlerdir, yani bazısından kaçınırken belirli “çekici” yapılandırmaları meydana getirmeye meyli olan sistemlerdir. Beynin ne kadar kompleks olursa olsun, muhtemelen sadece sabit bir sistemi anlayabilecek ve beynin kendi kadar çalışabilecek konfigürasyonları vardır. Başka bir deyişle; bazı beyinler var olamaz.
Bu gerçek ise eğer, o zaman dünyamsı gezegende yaşam kendini tekrarladıkça, “sen” muhtemelen netice itibariyle “yeniden yapılmak” üzere varsın, yani tekrar yaşamak için.
Evrenin sonsuz olduğu düşünülürse, yani sonsuza dek yaşayacağı düşünülürse o halde (bir gün, bir yerde) yeterince zaman tanındığında (ki sonsuzluk içersinde zaman çok bol miktarda bulunur) tekrar aynı bugün ki dünyanın ve beyninin şartlarına ulaşması, yani yeniden yaratılması güçlü bir olasılıktır. Hem de bir kez değil sonsuz defa.
Bu gerçekten “sen” mi olurdun veya sadece şu anki beyninle genlerinin aynısına sahip olan bir şey mi?
Benlik nedir?
Sen’i “sen” yapan nedir? Bir başkası olmanı ne sağlardı? Bir beyni bir başkasının bedenine naklettiğimizde kim, kim olur? İnsan beyni midir, bedeni midir? Bir çok insan (hatta bir çok düşünür) bir beyin nakline gönülsüz yaklaşır, çünkü “sizin yeni bir beyine değil de, diğer beynin yeni bir bedene sahip olduğunu düşüncesini taşırlar. Başka bir değişle “Ben” her ne ise, o şey beynimin içersinde ve beynim nereye giderse o da oraya gider. Eğer beynim bir süper modelin bedenine nakledilseydi, “Ben” bir süper model olurdu(m) ve onun bedeni artık “Ben”im bedenim olurdu.  Süper modelin beyni benim bedenime nakledilse idi o halde benim bedenim artık “O”nun bedeni.  Beyin “Sen”in nerede olduğunu belirliyor.
İngiliz düşünür Eric Olson bu konuda hemfikir olmayan birkaç kişiden biri. Olson kimliğin psikolojiden değil biyolojiden geldiğine inanıyor. Beyin ölümün gerçekleşmiş olabilir ama hala “sen” olabiliyorsun. Bazı biyolojik fonksiyonların devam ettiği sürece Olson, senin sen olduğunu düşünüyor. Biri beyninizi başkasının bedenine nakletse siz hala aynı “sen”siniz ve bir başkası “sizin” beyinizi almış olur. Bu elbette “Ben” tanımının içersine girer. Olson, psikolojik devamlılığın ayrı, kimliğin ayrı bir şey olduğunu düşünüyor. Psikolojik süreklilik iki “kişi” arasında iki farklı zamanda gerçekleşiyor; biri kesin anlık bir psikolojik süreklilik, diğeri ise daha sonraki bir anda gerçekleşiyor. Başka bir deyişle Olson, bilincin sürekli değiştiğini düşünüyor, dolayısıyla bir saniye önceki bilinç ben değilim. Böylelikle “Ben”dim demek tam olarak doğru bir ifade değildir. Bir anlamda, “Ben” sadece anda “var” olabilir. “Ben varım” doğrudur ancak “ben vardım” bir çelişkidir ( var olan “Ben” artık yok).
(Kaynak: The Nature of Consciousness isimli makaleden Türkçe’ye çevrilmiştir.)
Çeviri: Gülrû Bayraktar
Edit: Berkay Özcan


Hiç yorum yok: