Topraktan olma cansız insan, Sistem tarafından sanal bir koordinata yüklenen veritabanıyla oluşturulmuş mecâzî bir ”ben” yazılımı ile hayat yolculuğuna başlayarak ezelî döngüye dâhil edilir. Ama o insan, “Belâ” diyerek zamansızlık boyutunda an be an şahitlik etmekte olan öz kimliğinden, her an yağan Yalın Gerçekliğinden, kendine “kimlik” perdesi bürüdükleri, “ben” dedirttikleri için uzak kalır. “ben” sanal programı ağaçtan tadıp, zamana bağlı bilinçaltı-önkabulleri ile yaşadığı için Varlığı farklı algılamaktadır. Hikmet yitik, aslî Vatan ise unutturulmuştur ona, KENDİ-liğinden işleyen Hayy içinde!..
Tek olan Varlık ülkesi, Huvel-Bâkî
Göz kırpma süresince Semâ’dan tecellî
Anlık, fânî bir sınırlama o, Zihin Şehri,
Âlemlere gebe; lâkin Sırrına nesî
Veritabanı doğrultusunda üst/derin boyutlarının varlığından habersiz, bilincini Varlığa “ölü” olarak açan hücresel beden/dalga yapılı zihin, incelmiş de olsa mestur kordonu ile Ruh Anaya bağlı olduğundan, çiseleyen ilahi esintilerin -“ben”inin bile farkında olamadığı- özlemini, sembolik yaşamındaki sonu gelmez tatmin arayışı ile doldurmaya çalışır. Örtülü kalmış Birlik, Teklik sevdası adına yanlış boyutta aranan “ben” merkezli bencil yaşam tarzının zihne verdiği geçici mutluluk seansları, bedensel, duygusal, entelektüel hazlar ile yatay boyutta sabitlenen; ama dikeye yükselme potansiyelindeki Gizil (Potansiyel) İnsan, ön-beyin nöronlarının koşuşturmacası içerisinde yorulur ve mezara gömülür.
Gizil olarak taşınır sende, “E L” Âlemîn takısı
“Özde” derler ya, “O”! EL-İNSÂN boyutun
Çıkar pabuçlarını! Ateşin ardında Evvel’in çağrısı,
Koyma artık bilincine, seni yakacak odun
Mezardaki sıkışıklık -hayvan türlerinin aksine- Arş’a gebe olmasına rağmen, “ben”in, vaktini bu muhteşem sarayın bodrum katında geçiriyor oluşunun yarattığı içgüdüsel ikilemden kaynaklanmaktadır. “ben” bunun farkında olmadığından, Ruhsal doyumsuzluğunu gerek sosyalleşme çabası içerisine girdiği ideolojik, sportif, dinî, mistik, politik kulüpler, örgütler, dernekler, cemaatlere olan fanatizmi (âitlik hissinin doyurulması) ile, gerekse de duygusal/bedensel haz merkezlerinin tatmini ile (aşırı yeme, içme, tüketim hırsı, şehvet, alışveriş, sahiplenme vs.) gidermeye çalışır. Basın-yayın aracılığıyla da alt kişiliklerimizin düzenli/sürekli olarak tahrik edilmesi, tekno-metal-arabesk müziklerle bilinçlerimizin gerilmesi, isyana teşvik edilmesi ve böylece benliklerimizin karanlık alt mahzenlerine doğru sürüklenmeye zorlanması da dibe inişin cabasıdır. Sınırlı ve geçici oldukları için dozajları arttırılsa da bir şeyleri hep eksik bırakan bu uyuşturucuların/ uyutucuların, egonun “kendi”sini aştıramaması, en alt boyutta döndürüp durdurmasından kaynaklanan ruhsal boşluğun doldurulamaması, genetiğinden/ çevresinden getirdiği içgüdü ve dürtülerin de tetiklenmesiyle kişinin yaşamında öfke, gurur, kibir, hırs, kıskançlık, nefret, cimrilik, kaygı gibi duyguların ortaya çıkmasına neden olur ve sonuçta bilinçte “ben madde bedenim” inancı desteklenir. Bilinçaltı kişiliklerinin etkisi altında, kendinin, insanların ve eşyanın hakikatini göremeyip Andaki ihtişâmı yaşamaktan tard edilerek, varlığın hakikatinden bir kat daha perdelenir.
El-Bâkî’nin güzel, gizil sevdasına
Bekâ için yer, içer, “bir”leşir herkes
Yanar durur, “BİR”liğin silik anısına
Kesretten göğsü daralan serkeş!
Sadece “kendisine fayda veren” bencil, ben merkezli arayışlar ile pasif alıcı konumunda; yaşamını çoğunlukla mal-mülk, itibar, şan-şöhret, güç-iktidar, cinsel doyum elde edebilmek için idâme ettiren insan, hâl diliyle üst katlara inanmadığını ifâde ettiği için aynı ortamda sabitlenmenin can sıkıntısını çekecektir. İronik olan, bu yaşam tarzını içgüdüsel olarak tercih eden kimi bireylerin, bir yandan Kutsal Bilginin açığa çıktığı Şuûrların, egodan geçirtip sistematik bir şekilde Bilinçdışı Okyanusuyla temas ettirmek, bilinci Bilinçdışı alanlar ile bütünleştirecek şekilde genişletmek için tavsiye ettiği çalışmaları yadsırken, diğer yandan da latif duyguların peşinde koşup durmasıdır. Dervişliğin gizil kalması ışıltılı boyutların bilinmemesinden kaynaklanan belirsizliğin (≈inançsızlık) verdiği boşluk/ korku/ kaygı nedeniyledir. Bu inançsızlık insanın alışkanlıklarını, huylarını değiştirmekte veya terk etmekte zorlanmasına neden olmaktadır. Kötülüğü emreden bilinçaltı bu belirsizliğe adım atmak yerine, kendisi için daha somut olan tatmin araçlarını kullanmaya, yetmediği durumlarda da sarhoşluğa, uyuşturucu kullanımına vs. yönelerek egonun içten içe bıktırtan sonuçlarını bir anlık da olsa def edip İçsel Okyanusa temas etmeye çalışmakta; ama teğet geçmektedir.
“Ben”liğinin derdinden bu üzüm sekri,
Üst katları aramanın gizli dillenişi
Tatmak için lazım “Yalnız Sen” zikri
Fark et, kendindeki o Saklı Dervişi
Göklerin Krallığına yanlış yerde ve yanlış bir şekilde üzüm sekri veya mezkûr uyuşturucu anestezileri ile takılı kaldığı bodrum katını süsleyerek ulaşabileceğini zanneden yatay boyutun içi-sıkışık depresif sâkininin, tatmin edemediği istek ve arzularının dermanı Farkındalık Gelişimindedir. Gelişimin olmadığı, aynı bilinç seviyesinde (tasavvufî tâbirle doğuştan getirilen aynı ilâhi manalarda) takılı kalmak, donmak “Ölüm” demektir. Kişinin kendisine isâbet eden tüm musîbetler aslında kendisini aşması için yapılmakta olan birer çağrı, uykudan özüne uyandırmaya, diriltmeye çalışan okunası sinyallerdir. Ezânı işitip çağrıya kulak verir, bilinç düzeyinde de talep eden olursa, kendindeki Gizil Arayış âşikâre olur. Kendisine “mecazdan Hakîkat’e git” denilir. Çünkü “ben”in sembolik yaşamından “BEN” gerçeğinedir yolculuk, Tâlip’te!..
Vahşî tabîata sahip insan toplumsal değerleri nedeniyle her zaman dışarı yansıtamadığı dürtülerini içine yönelttiğinden -doğal olarak- zihninde “kötü” olarak “etiketleneni” barındırır. Tâlip, içindeki bu dürtülere dışarıdan bakabilerek özeleştiri yapabilmeli ve oluşturacağı yeni değer yargıları ile dürtüsel bilincinin ötesinde Farkındalıklı bir kimlik oluşturmalıdır. Özeleştiri yapamayan, vicdânı devreye sokmayan insan diğer boyutlara açılan kapıyı baştan kapatmış olur.
Derinliksiz, tek açıyla bakılan ve buna takılı kalınan dışa dönük yaşamdan içe yönelen insan, ego-yansıtmalı baktığı (için kendi nasılsa, her tarafını kendisindeki gibi gördüğü) varlıkların Gerçeğini, kendindeki ilâhi mânâları güncellediğinden, kendinde açılmaya başlayan zengin bakış açısıyla müşâhede eder. Pasif alıcı konumundan aktif vericiliğe (infâk) geçen, başkalarını kendinden daha çok düşünen insanın bilinçaltındaki kördüğümler çözülmeye, patlamaya başlar. Sekîne artar, “Mi’râc”’a adım atılır..
*/ Mi’râc’ın arabası Salât’tan ve Tefekkür benzininden bahsetme gereği duymuyoruz. Arabasız ve de benzinsiz, olduğumuz yerde sabitlenmemiz, iyiliklerimizin savrulmasına neden olur! (Daha sonra ayrıntılanacaktır) /*
“ben”in bilgi yönlü farkındalığı ile yapacağı en büyük eleştiri, kendisinin “bağımsız” bir varlık olarak hiçbir zaman var olmadığı gerçeğidir. “BEN”, “ben”de, “ben”in mecaz olduğunu fark edecek, “benlik” örtüsünü kaldıracaktır. “ben” değil; BEN bulacaktır “sadece BEN vardır” diye işâret edilen ÖZ’ü, KENDİni (yoksa “ben” yoktur ki, “ben”in özü olsun!..).
.
Ey Sîn! Semâ’dakine yankılanan nakarat
Kaçınılmaz boyut, Muhteşem Saray,
Derine özlemdendi bunca müskirât
Çıktı artık Gönül! Belirdi Gökte Dolunay
Zihin, bağımsız bir varlığının olmadığını sezdiğinde, aldığı ilhamlardan, gönlünde bulduğu manevî zevkten ötürü gurura kapılmamalı, kendine gelen iyilikleri BEN’den; aldanışları ise “kimliğini” var sanışından bilmelidir (Şükür). Mecâzi yaşamın hayalî avuntularını terk etmek göreceli olarak kolay iken, Gerçeğin hissedilişinin pusuda bekleyen şeytana vereceği -“Kibriya” diye yutturulabilecek- “kibrini” terk etmek ise zor olacaktır.
O yüzden zorlu nefs! Gel, Bilmekten, Hissetmekten, Algılamaktan Varlığın Mâlikine sığın!..
Bil ki, mâneviyatla tatmin de, sonu gelmeyen Gizil Arayışın sahnedeki perdelerinden birisidir.
Berkay Özcan
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.