Hani bakarız kişinin konuşmalarına, anlattıklarına da, deriz ki, "evliya gibi adam"!.. Ama bir de bakarlar ki, o kişi "imansız" gitmiş yeni yaşam boyutuna!
İnanılmaz gelir bu bize!.. Ortaya
koyduğu fiiller veya konuşmalar yahut görünüşü, bizde "evliyadan"
zannını oluşturacak kadar belirgin olmasına karşın, neden böyle bir kişi "imansız"
olarak yeni yaşam boyutuna geçer?
Bu konuyu sorguladığımda şöyle bir
olay müşahede ettim...
Hepimizin bildiği meşhur açıklaması
vardır Rasûlullâh (aleyhisselâm)'ın:
"Kişi ne hâl ile yaşarsa o hâl
ile ölümü tadar; o hâl üzere bâ's olur ve o hâl üzere kabir âleminden mahşer
âlemine geçer!"
Anlam olarak böyle açıklama...
Şimdi beynin çalışma sistemi
hakkında şu bilgiyi hatırlayalım...
Beyinde iki tür hafıza-bellek
(memory) mevcut...
Birincisi "short term
memory" yani kısa süreli bellek-hafıza, diğeri de uzun süreli hafıza "long
term memory"...
Kısa süreli hafıza yani ön bellek,
gün içinde kullandığımız verilerin muhafaza edildiği; anlık değerlendirmelerin
yapılarak fiilleri ortaya çıkartan bölüm. Bu bazen birkaç saat, bazen de uyanık
kaldığımız süreye kadar uzanan bir süreç. Ön bellekte çalışma yapan bilinç,
kendisinin gerekli gördüğü bu sürecin sonunda elindeki verileri bazen ana
hafızaya aktarıyor bazen de aktarmadan silip atıyor. Tıpkı bilgisayardaki RAM
ile Hard Disk gibi...
Ancak burada şu hususu iyi
anlayalım...
Biz yıllar içinde edindiğimiz
bilgileri, şartlanmaları ve değer yargılarını, hatta genetik yoldan bize
intikâl eden verileri ana hafızada barındırırken; ön bellekte ise, (Ram
karşılığı olan) bilinç, bedenden beyne ulaşan istek ve dürtüleri, hormonal
yoldan gelen itmeleri ve dahi oluşan duyguları esas alarak, içinde bulunduğumuz
an'ı değerlendirir.
Ön bellek bu süreçte gerek gördükçe
ana bellekten de yararlanır!
Meselenin püf noktası
işte buradadır düşünceme göre!
Zekâ veya akıl ön bellekte işini görürken,
yani bir konuda karar verme durumundayken, ana bellekte ne kadar doğru ve
mantıklı bilgi ve değer yüklenmiş olursa olsun, daima bedensel dürtüleri ve
duyguları da dikkate alır; ve hatta onların etkisi altında karar verir!
Bedensel dürtüler veya duygular ise,
başta hormonal üretim olmak üzere, bedenin tüm biyokimyası ile çok yakından
ilgilidir.
Konu içinde olanların yakından
bildikleri üzere, çeşitli hormonların aşırı veya yetersiz üretilmesi
kişinin psikolojik dengesi üzerinde önemli değişiklikler veya büyük
dengesizlikler oluşturabilir.
İşte bu durum yani bedensel
dürtüler; astrolojik
etkiler, şartlanmalar veya yanlış bilgiler, ön bellek
havuzunda toplanan veri girdilerinin değerlendirilmesinde son derece önemli rol
oynayarak, kişinin ana bellek veritabanındaki birtakım doğru ve gerçek
bilgilere rağmen; olması gerekenin aksi istikamette davranışlar ortaya
koymasına, yanlış değerlendirmeler ve uygulamalar yapmasına yol açabilir.
Kişisel kanaatim odur ki, karaciğerin
sağlık düzeninin bozulması, bünyenin çeşitli metabolik ve biyokimyasal
dengelerini değiştirmekte; bu durum da otomatik olarak beyne yansıyarak,
zekâ veya aklın ön bellekte yaptığı değerlendirmelerde pek çok yanlışlara yol
açmaktadır. Bu yüzden karaciğere zarar veren her şeyden kesinlikle
kaçınmak gerekir beyin sağlığımız ve sağlıklı düşünce yapısına sahip olmamız
için!
Nefs kelimesiyle işaret edilen şuur (beden değil), ön
bellekteki değerlendirmeleri sırasında, astrolojik etkiler, bedensel dürtüler
ve duyguların yoğun bombardımanına rağmen; ana belleğinde bulunan gerçekçi
verilere göre yaşamına yön verebilirse, o kişinin dünyası da âhireti de
mamûr olur. Bu da ancak onun bilincini, "nefsini tezkiye
etmesi" ile, yani tasavvuf terbiyesi ve İslâm
Dini verileriyle arındırmasıyla mümkün olur.
Bunu gerçekleştiremez ise, o zaman
da, hem yaşamı hem de geleceği hayli sorunlu olacak demektir!
Önce kırk vakit olarak namaz teklif
edilmişken, sonuçta beş vakit namaz yaşanmasındaki amaç da işte bu noktada
konumuzla çakışmaktadır.
Niçin beş vakit namaz?
KURÂN'I EN İYİ DEĞERLENDİREN KİŞİ
OLARAK RASÛLULLÂH Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) beş vakit namaza devam etmiş
ve tüm çevresiyle de bunu, yaşamı boyunca uygulamıştır!
Bizim olayı değerlendirme yönümüz
itibarıyla, bu olaydaki ana amaç şudur.
Daha önce de çeşitli konular
arasında anlattığımız üzere, "Namaz yaşanan
bir olaydır" kılınmanın ötesinde!
"Vay o namaz kılanların hâline
ki namazlarından gaflet içindedir"
hükmünü düşünelim...
Yani...
Kişi, namaza durduğu zaman, "Fâtiha'sız
namaz olmaz" hükmünce, okuduklarının mânâsını düşünür ve
yaşar. Bu düşünceyle de, namaza girmiş olur!
Bu düşüncenin sonucudur ki, beden
varlığının, kendisinin kullandığı geçici bir araç olduğunu; kendisinin, beden
ötesi bir varlık ve hatta "halife" olarak, özündeki "ilâhî"
kuvveleri keşfetmek; bunları "kuvve"den "fiile"
çıkarmak; bu kuvvelerle donanımlı olarak ölüm ötesi boyuta geçmek
zorunda olduğunu fark eder ve hisseder.
İşte bu hissediş ve
hatırlayış, kişinin ön bellekteki düşünsel faaliyetlerine ve yaşama bakış açısına
kazandırdıklarıyla, bir sonraki vakte kadar yaşamına yön verir.
Bu da en azından beş vakte
bölünmüştür kişinin uyanık olduğu süreç içinde... Ön bellek çalışma düzenine
bağlı olarak! Böylece kişi "iman" hâli içinde yaşar, bir sonraki
vakte kadar!
Esasen, namaz vakitle kayıtlı
olmayıp; her vaktin namazı söz konusudur!
Bir kişi din bilgilerini hatmetmiş,
tasavvuf bilgilerini ezberlemiş; en ince ayrıntısına kadar ana belleğine
yerleştirmiş ve gerek duyduğunda da tıpkı bir bilgisayar gibi bütün bunları tekrarlıyor
olabilir! Bu hâliyle de o, herkesin onu "evliya"dan
gibi görmesine rağmen, bir felsefeci olmaktan öteye geçemez!
Eğer bilinci, yaşadığı andaki
değerlendirmeleri sürecinde, bedensel dürtülerine esir olmaktan kendini
alıkoyamıyorsa; veya duyguları yüzünden, akla mantığa ve ana
belleğindeki "iman bilgilerine" rağmen, onlara ters düşen davranışlar
sergiliyorsa; sonuçta "iman gerçeklerinden"
perdelenerek o anki fiillerini ortaya koyuyorsa; böyle bir hâl içindeyken "imansız"
olarak ölümü tatması işten bile değildir! Bâ's oluşu da "imansız"
olarak gerçekleşecektir elbette bu durumda!
İşte bu nedenledir ki, kendinin
ölüm ötesi sonsuz yaşam için var olmuş bedensiz varlık olduğuna iman etmemek
anlamına gelen beden dürtülerine veya duygularına tâbi olarak aklın
gereklerine ters düşen davranışlar ortaya koymak, sonuçta kişinin
ön bellekte yaşanan bu "imansızlık" hâliyle ölümü tatmasına
yol açar!.. Bilgisine, konuşmalarına hayran olan insanlar, onu "velî"
sansalar dahi!
Bu konu aslında çok geniş bir
konu... Bana bu konuda açılanın ana hatlarını sizlerle paylaşmak istedim.
Sizler de bu konuda düşünerek daha pek çok detayı keşfedebilirsiniz elbette...
Yüksek kolesterolün veya hormonal
dengesizliklerin beyinde nasıl etkiler oluşturarak, psikolojiyi ne şekilde
etkileyebileceğini düşünüyor muyuz?
Karaciğere zarar veren maddeler
kullanımı sonucu metabolik dengelerin etkilenmesiyle, beynin, vücudun değişen
biyokimyası altında, ne tür psikolojik dengesizliklere girebileceğini
hatırımıza getiriyor muyuz?
Dedim ya, konu sanırım benim
yazdıklarımdan çok daha kapsamlı... Ve insanlık şu anki bilgisiyle bu konuda
henüz, baltayla beyin ameliyatı yapma düzeyinde gibi!
Beynimize, karaciğerimize ve
hormonal dengemize zarar verecek şeylerden uzak durmamız, belki de bize ölüm
ötesi sonsuz yaşamın hiç farkında olmadığımız güzelliklerini kazandıracaktır...
Bu konuyu iyi düşünelim.
Ahmed Hulusi
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.