20 Aralık 2012 Perşembe

Veysel Karânî




İsmi, Üveys bin Âmir’dir. Yemen’in Karn köyünde doğduğu için Karnî nisbesiyle bilinir. Memleketimizde Veysel Karânî diye meşhûr olmuştur. Doğum târihi belli değildir. 657 (H.37)’de Sıffîn muhârebesinde şehîd edildi.
Yemen’in Karn beldesinde doğup büyüyen Üveys-i Karnî, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında müslüman olmasına rağmen onu göremediği için Sahâbî olamadı. Peygamber efendimizin medhine mazhar olup, Tabiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfle bildirildi. Peygamber efendimizin zamânında Medîne-i münevvereye gelmedi. Yazılan evliyâ tezkirelerinde ekseriya Câferi Sâdık’tan (r.aleyh) sonra ikinci olarak zikredilir.

19 Kasım 2012 Pazartesi

Vahiy Meleği Cebrail (as)




     Sözlük manası itibariyle; Allah’ın kulu demek olan Cebrail kelimesi, İbranice kökenli olup abd, yani kul ve köle anlamına gelen cebr ile ilâh ve Allah anlamına gelen îl sözcüklerinden oluşmuştur.
    
    Bazı âlimlere göre bu kelimenin anlamı; Allah’ın kudretinin sembolü demektir. Nitekim Kur’an’da bu anlama delalet etmek üzere, çok güçlü ve kuvvetli olmayı ifade eden “Şedîdü’l-kuvâ” vasfı yer almaktadır: “Onu (Kur’an’ı), güçlü ve kuvvetli biri (Cebrail) öğretti.” (Necm 53/5)
     
    Dinî bir kavram olarak ise; ilâhî buyrukları Allah Teâlâ’nın izni ve emri ile peygamberlere bildirmekle görevli meleğin adıdır. (Meryem 19/64; Bakara 2/97)
Cebrail (as)dört büyük meleğin ilki ve en üstünüdür. Karşı konulamayan müthiş bir güce, üstün bir akla ve kesin bilgilere sahiptir. Arş’ın sahibi (Cenâb-ı Allah) nezdinde çok itibarlı, çok güvenilir, üstün yaratılışlı ve diğer bütün meleklerin kendisine itaat ettiği şerefli bir elçidir. (Necm 53/5 -6;  Tekvîr 81/19-21)

31 Ekim 2012 Çarşamba

Higgs Bozonu ve keşfedilmeyi bekleyen yaratılış sırları



Son günlerde bilim dünyasındaki bir gelişme dikkatleri üzerinde topluyor. Higgs Bozonu'nun keşfi neden bu kadar önemli? Neden Avrupa Nükleer Araştırma Merkezinde (CERN’de), binlerce bilim adamı ve araştırmacı 4-5 yıldır, bu deneye odaklanmış durumda? Niçin bu çalışmalar, asrın en büyük deneyi olarak nitelendiriliyor?

Öncelikle şunu anlatalım ki, Hadron, Proton çarpıştırıcı, Higgs alanı ve parçacıkları, temel kuvvetler, standart model, birleşik alanlar teoremi kavramlarını anlamadan deneyi ihata etmek gerçekten zor. Biz yine de konuyu anlaşılır kılmaya konuyu değişik veçheleri ile anlatmaya çalışacağız.

Milyarlarca yıl önceydi, henüz Güneş yok, Dünya ve gezegenler ortalıkta gözükmüyordu. Galaksiler ve galaksiler arasındaki "uzay" birbirine yakın hatta bitişik haldeydi. Daha da önceki dönemlere gidildiğinde hiçbir genişlemenin olmadığı bir "zaman aralığı" çıkıyordu karşımıza. İşte bu kâinatın ilk doğduğu an olmalıydı. Bir noktadan sonra daha da öteye gidildi. Öyle ki "yaratılıştan" önceki zamana varıldı. Yaratılış çekirdeği, madde ve fizikî kanunlarla açıklanamaz haldeydi. CERN'deki deneyler, her şeyin tek bir şey halini aldığı o "belirsiz ve tarifsiz" yaratılış çekirdeğinin neden ibaret olduğunu açıklayabilecek ipuçlarına ulaşmaya çalışyor aslında. Gündemi meşgul eden asrın deneyi denilen çalışmalarda bir bakıma kâinatın ilk günlerine gidildi, küçük yaratılış patlamaları tekrarlandı. Amaç, bu patlamalarla tüm olayların tek bir denklemle ifade edileceği sonuçlara ulaşmak. Bilim camiasında, bütün formüllerin temelinde yatan ana formüle ulaşmanın heyecanlı bekleyişi var. Varlık, metafizik eksenli yeni bir tanıma daha kavuşabilir üstelik. Atom teorileri ile ilgili bir çok konu açıklanamaz durumda çünkü. Bilimde dönüşüm yapacak, bilimin önünü açacak ve 21. yüzyılın bilimini yapacak yeni dehalar bekleniyor.

30 Eylül 2012 Pazar

EVLİYA GİBİ KİŞİ NEDEN İMANSIZ ÖLDÜ?



Hani bakarız kişinin konuşmalarına, anlattıklarına da, deriz ki, "evliya gibi adam"!.. Ama bir de bakarlar ki, o kişi "imansız" gitmiş yeni yaşam boyutuna!
İnanılmaz gelir bu bize!.. Ortaya koyduğu fiiller veya konuşmalar yahut görünüşü, bizde "evliyadan" zannını oluşturacak kadar belirgin olmasına karşın, neden böyle bir kişi "imansız" olarak yeni yaşam boyutuna geçer?
Bu konuyu sorguladığımda şöyle bir olay müşahede ettim...
Hepimizin bildiği meşhur açıklaması vardır Rasûlullâh (aleyhisselâm)'ın:
"Kişi ne hâl ile yaşarsa o hâl ile ölümü tadar; o hâl üzere bâ's olur ve o hâl üzere kabir âleminden mahşer âlemine geçer!"
Anlam olarak böyle açıklama...
Şimdi beynin çalışma sistemi hakkında şu bilgiyi hatırlayalım...
Beyinde iki tür hafıza-bellek (memory) mevcut...
Birincisi "short term memory" yani kısa süreli bellek-hafıza, diğeri de uzun süreli hafıza "long term memory"...

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Gizil Arayış


Topraktan olma cansız insan, Sistem tarafından sanal bir koordinata yüklenen veritabanıyla oluşturulmuş mecâzî bir ”ben” yazılımı ile hayat yolculuğuna başlayarak ezelî döngüye dâhil edilir. Ama o insan, “Belâ” diyerek zamansızlık boyutunda an be an şahitlik etmekte olan öz kimliğinden, her an yağan Yalın Gerçekliğinden, kendine “kimlik” perdesi bürüdükleri, “ben” dedirttikleri için uzak kalır. “ben” sanal programı ağaçtan tadıp, zamana bağlı bilinçaltı-önkabulleri ile yaşadığı için Varlığı farklı algılamaktadır. Hikmet yitik, aslî Vatan ise unutturulmuştur ona, KENDİ-liğinden işleyen Hayy içinde!..

Tek olan Varlık ülkesi, Huvel-Bâkî
Göz kırpma süresince Semâ’dan tecellî
Anlık, fânî bir sınırlama o, Zihin Şehri,
Âlemlere gebe; lâkin Sırrına nesî

Veritabanı doğrultusunda üst/derin boyutlarının varlığından habersiz, bilincini Varlığa “ölü” olarak açan hücresel beden/dalga yapılı zihin, incelmiş de olsa mestur kordonu ile Ruh Anaya bağlı olduğundan, çiseleyen ilahi esintilerin -“ben”inin bile farkında olamadığı- özlemini, sembolik yaşamındaki sonu gelmez tatmin arayışı ile doldurmaya çalışır. Örtülü kalmış Birlik, Teklik sevdası adına yanlış boyutta aranan “ben” merkezli bencil yaşam tarzının zihne verdiği geçici mutluluk seansları, bedensel, duygusal, entelektüel hazlar ile yatay boyutta sabitlenen; ama dikeye yükselme potansiyelindeki Gizil (Potansiyel) İnsan, ön-beyin nöronlarının koşuşturmacası içerisinde yorulur ve mezara gömülür.

31 Temmuz 2012 Salı

BEYİN ŞAKA KALDIRMAZ







"Kişi gün boyu düşündüğü şeylerden ibarettir"
( R.Waldo Emerson)
Hidayet KAYAALP

Tabi ki alt beyini kastediyorum... Nam-ı diğer bilinçaltnı.
Peki, nedir bu hakkında çok laf edilip, az şey bilinen bilinçaltı?

Ne olduğu ve sistemin bütünü içinde nasıl bir yere sahib olduğu hususunu ne yazık ki bizde hekes
gibi bilgilerimizi aşan bir düzey olarak kabul etmek zorundayız! BEYİN ŞAKA KALDIRMAZ

Roger Sprey'in,1960'ların başlarında, sağ ve sol loblar dan oluşan iki beyne sahip olduğumuz olgusunu keşfetmesinden günümüze kadar yapılan çalışmaların binlerce yıllık bulgaları aşan düzeyde olduğu
kabul edilse de bilim adamları, beynin hala yüzde sekseninin çözülmemiş bir muamma olarak
önümüzde durduğunu söylüyorlar!

Diğer yandan insan beyninin evrenle olan ilişkisini araştıranlar, her iki sistemin de holografik yapıya sahip
olup, bir biriyle zorunlu bağlantı içinde bulunduklarını yüksek sesle söylemeye başladılar. Önde gelen
bir çok Kuantum fizikcisi, aslında bugünkü evren algısının beynin üç boyuta programlanmasının bir yansımasından ibaret olduğunu, yükselen insanlık bilincinin daha farklı aşamalara ulaşması ile
görünenin arkasında "başka şeylerin" farkedilebileceğini de belirtmekten çekinmemektedirler!

Aslında fizikciler bu söylemleriyle tam da tasavvufun diline ulaşmış oluyorlar ama biz esas konumuza dönelim.

Bilincaltının önemi hakkında İrlandalı yazar Joseph Murphy,
"Bilinçaltının Gücü" adlı ünlü kitabında bakın neler diyor:

22 Haziran 2012 Cuma

İLK TAAYYÜN MERTEBESİ, VAHDET MERTEBESİ


(Fususul Hikem'den alıntı)

 
Bu mertebe salt zâtın cemâlîndeki garkolunmuşluğundan haberli olma mertebesine tenezzülünden ibârettir. Bu tenezzül vücûdun zati gereğidir. Onun bu haberli oluş mertebesine “ulûhiyyet mertebesi” denir. Vücût bu mertebede kendisindeki sıfâtları ve isimleri kapsam oluşu yoluyla öz olarak bilir. Ve sıfâtlar bu mertebede kendisinin aynı olduğundan bu biliş, kendi zâtına olan bilişten ibârettir. Bundan dolayı vücût bu mertebede bütün isimler ve sıfatlar ile isimlenmiş ve sıfatlanmış ve vasıflar ile vasıflanmış olduğundan  “ALLAH” câmi’ isminin mertebesidir ve bu isim ile isimlenmiştir. Bu mertebe, taayyün etmemiş zatın, taayyün sûretiyle açığa çıktığı ilk tenezzül mertebesidir. Buna “ilk taayyün” ve “mutlak ilim” de derler. Çünkü bu mertebede zâtın şuûru ve vicdânı bilinen ve gayrîyyet kaydı olmaksızın mutlaktır. Buna “hakiki vahdet” mertebesi de derler. Çünkü bu “ilk taayyün” nefsinin  ismidir ki, “vâhidden ancak vâhid çıkar” demektir. Bu mertebede sayma ve adetler ve çokluk ve fertler yoktur. Olmak ve olmamak arasında iki tarafta eşittir.

17 Mayıs 2012 Perşembe

BİLGİNİN EN SON SINIRI NEDİR?




(İbn-i Arabi'nin Füsus'undaki Anahtar-Kavramlar kitabından bir alıntı)

“   Bilginin en son sınırı nedir? Bu, "ezeldenberi hiç bir şeyin asla mevcûd olmamış
olduğu" şeklindeki görüşün temsil ettiği merhaledir. İşte bu, [Bilgi'nin], buna hiç
bir şeyin eklenemeyeceği en uç sınırıdır.


Bu pasajdaki "ezeldenberi hiç bir şeyin asla mevcûd olmamış olduğu" biraz sonra
okuyacağımız pasajın [isâbetli ve] doğru bir biçimde anlaşılması için anahtar cümledir.
Bununla beraber, bu son pasajın insanın bilgi iktisâbının en son sınırının
epistemolojik olup olmadığı meselesiyle ilgili olmadığını göz önünde bulundurmak
önemlidir. Bizim buradaki meselemiz genellikle metafizik içeriklidir. Zîrâ Varlığın
ya da Âlem'in ezeldeki başlangıcıyla ilgili bulunmaktadır. Burada söz konusu olan
"başlangıç" Varlık âleminin başlangıç noktası anlamındadır. Biz ne zaman Varlık âleminin
oluşumunu mantıkî açıdan düşünecek olsak gerçek bir "başlangıç"ın varlığını
vaz etmemiz gerekir. Akl'ımız Varlık âleminin, bir başlangıç noktası olmaksızın
var olmağa başlamasını idrâk edemez.

8 Nisan 2012 Pazar

NEFSİN MERTEBELERİ


NEFSİN MERTEBELERİ

1. NEFS-İ EMMARE: Kötülüğü fazlasıyla emreden nefis. Avamın nefsi, halkın aşağı tabakasının, aşktan mahrum, tevhidden habersiz, benliğe mahkum olmuş, dünya sefasına dalmış, ma’nevi feyzlerden mahrum kalmış, içgüdüsünün çemberini kıramamış, ’onlar hayvan gibidirler, dahada şaşkındırlar’ (Araf suresi 179) ayetinin tarif ettiği nefis. Dünya ziynetlerine kanmış, altına, gümüşe tapmış, kadını şehvetinin mimarı yapmış, ilkelliğin heykeli nefis.
Kur’an-ı Kerim’de “(bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder. Rabbim acımış, korumuş o başka. Şüphesiz rabbim çok acıyan, pek esirgeyendir” buyurulur. Bu nefis, ismini, ayetteki ‘le emmaretun’ kelimesinden almıştır.
Bu mertebedeki nefis, negatif olup toprağın üstüne değil de, turp gibi altına doğru yol alan, karanlıklarda kalan nefistir. Bu nefsin  insanları başkasının hakkına, hukukuna, ırzına, namusuna hiç değer vermeyip hayvanları bile şaşırtan davranışlar sergilerler.
Böylesi bir nefsin terbiyesi, koşuma alıştırılmak istenen acemi ve yoz atın terbiyesinden daha zordur. Bunların yapışacakları, tutunacakları kurtuluş ipi “la ilahe illallah’tır”. Böylelerini Kelime-i Tevhide alıştırmak lazımdır. Ola ki Kelime-i Tevhidin ateşi kalplerini sarmış kirleri, pislikleri yakar, kül eder  de o külün içinde gül biter. Bunların gördüğü nurun rengi mavi olur.

7 Mart 2012 Çarşamba

MADDENİN ARDINDAKİ SIR


MADDENİN ARDINDAKİ SIR
İnsan, yaşamının başından itibaren, içinde yaşadığı dünyanın kesin bir maddesel gerçekliği olduğuna inanmıştır.
Bu şartlanma içinde büyür ve tüm hayatını bu bakış açısı üzerine kurar.
Ancak modern bilimin ulaştığı sonuçlar, sanıldığından çok farklı ve önemli bir gerçeği ortaya çıkarmıştır.
Dışımızdaki dünya hakkındaki tüm bilgiler, bize beş duyumuz aracılığı ile ulaşır.
Bu dünya gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu,burnumuzun kokladığı,
dilimizin tattığı ve elimizin dokunduğu bir dünyadır.
İnsan doğduğu andan itibaren bu beş duyuya bağımlıdır.
O nedenle, dış dünyayı ancak bu duyuların tanıttığı şekliyle tanır.
Oysa algılarımız üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar, dış dünya dediğimiz kavram
hakkında bugüne kadar sanıldığından tümüyle farklı gerçekleri ortaya koymuştur.
Bu gerçekler, dış dünyayı oluşturan maddenin, çok önemli bir sırrını gün ışığına çıkarmıştır.
Çağdaş düşünür Frederick Vester, bilimin bu konuda ulaştığı noktayı şöyle ifade eder:
"Bazı düşünürlerin 'insan bir hayaldir, aslında bütün yaşananlar geçici ve aldatıcıdır,
bu evren bir gölgedir
' şeklindeki sözleri, günümüzde bilimsel olarak kanıtlanıyor gibidir."
Maddenin ardındaki bu sırrı kavramak için, önce dış dünya hakkında bize en çok bilgi
veren duyumuz olan, görme hakkındaki bilgilerimizi hatırlayalım.
Nasıl görüyoruz ?

3 Şubat 2012 Cuma

Boşluk İçinde Boşluk


Boşluk İçinde Boşluk
Evrenin sonsuzluk içinde asılı olması, maddenin atomlardan meydana gelmesi, atomların %99 boşluktan oluşması, biraz da kaosun olması, karanlık fonun ağırlıklı olması, karadeliklerin yıkımı, uzayda havanın bulunmaması vs. vs. bunlara rağmen evrene düzen hakimdir. Bu yapı her zaman insanoğlunu, ilgisini çekip araştırma yapmaya gütmektedir. Yani her şeye rağmen evren renkli ve hareketlidir.
Bu düzen ve hareketlilik içinde var olan varlıklar olarak devamlı kendimize iki soru sormuşuzdur. Bunlardan ilki “ben kimim” sorusudur, ikincisi “ben neyin içindeyim”; neyin içindeyim derken, yaşadığım dünya, evren neyin içinde, ben nerdeyim? Yalnız ikinci soru uzayıp gider. Genel kanı, evrenin sonsuzluğun içinde boşlukta asılı olduğunu, bu sefer sonsuzluğun neyin içinde olduğu aklımızda takılmaktır. Sonsuzluk “A”nın içinde diyelim “A” da “B”nin içinde kabul edelim. “B”yi de “C”ye bağlayalım. Bu böyle devam edecek mi? Ya da bir yerde durarak, her şeyin bir şeyin içinde olduğunu ve sonunun olduğu nokta veya duracağı son nokta olacak mı?

3 Ocak 2012 Salı

Kalbin Keşfedilen Yeni Boyutu



Kalbin Keşfedilen Yeni Boyutu
İlim ve irfan dünyamızda kalb; mânevî âlemlere açık gönül ve biyolojik yapının önemli bir santrali olan yürek olmak üzere iki mânâda kullanılır. Her şeyi çift yaratan Rabb'imiz, kalbi de, maddî ve mânevî kalb olmak üzere çift yaratmıştır. Mânevî kalb ruhanî bir lâtife olup, ruh (nefha-ı ruh) bu latifenin esası ve batını, biyolojik ruh da bineğidir. Maddî kalbin karşılığı olan yürek, insan beyni gibi, biyolojik ruhun bedendeki üç merkezî (kafa, kalb ve karın bölgesi) santrallerinden biridir. Kalb iki yönlü, öyle nuranî bir cevherdir ki, bir yönüyle devamlı ruhlar âlemine, diğer yönüyle de cisimler âlemine bakarl. Bu pencereden bakıldığında maddî kalb ile mânevî kalb birbiri ile irtibatlıdır. Ancak iki kalb arasındaki bu münasebetin mâhiyeti ve keyfiyeti, tam olarak ortaya konamadığından, araştırılmayı beklemektedir. Aşağıda insanın mâhiyetinde potansiyel olarak var olan ve hakikat yolunda gerçekleştirilmesi gereken kalb-akıl birlikteliğinin, beden yapısında yaratılışda var olduğuna işaret eden son araştırmalar özetlenmektedir.